Berlin’in, Almanya’nın ve hatta öfke kutuplarında dolaşan, umutsuz iklimlerde sağ ve salim kalabilmiş büyük insanlığın; yirminci yüzyıl hastalığından muzdarip, onun kiri ve ardıllığıyla lanetlenmiş ‘şimdiki zaman” çocuklarının kader çizgisidir Friedrichstrasse. Kreuzberg’den Mitte bölgesine kadar uzanan ana cadde Soğuk Savaş’ın en hararetli günlerini yaşamış ve 1989’da Berliner Mauer kırk yıllık bir hıncın indirdiği darbelerle yerle bir olana kadar da Doğu-Batı krallıklarının salhanesi olmaya devam etmiştir. Seksenlerin bezgin ve tüketilmiş Avrupa gençliği “No more wars, no more walls. A united world.” diye bağırırken, onların yeni düzen şarkılarını tüm dünya buradan duymuştur. Şimdilerde U6 hattını takip edip Friedrichstrasse’nin herhangi bir noktasından yeryüzüne çıkmak; ardından da Amerikalıların deyimiyle ‘Berlin’in Beşinci Caddesi’nde uzun soluklu bir yürüyüş yapmak eskiye nazaran çok daha heyecansız. Yakın geçmişe kadar yalnızca Checkpoint Charlie-Amerikan Kontrol Noktası’na kadar sokulabilen kapitalizm bugün, Doğu Berlin’in ünlü şehir merkezi Mitte dahil olmak üzere; şehrin her köşesinde, doyurulup büyütüleceği bir vitrine yahut da ofis katına kavuşmuş durumda. Avrupa küresinin merkez yokuşlarında bir aşağı, bir yukarı hareket edip duran Berlinliler de, yirmi yıl öncesinin bölünmüşlüğünü ve korkutulmuşluğunu çoktan unutmuşa benziyor. Kapalı otoparkların ve sıcak su boru hatlarının üstünde, çok katlı iş merkezlerinde-alçıplak duvarların arasında- zaman tüketen yetişkinler kapitalin bir ucundan tutma kaygısı içindeler. Starbucks’ın, Schlicht’in, Bandy Brooks’un geniş pencereleri ve gün boyu açık olan otomatik kapılarının ötesindeyse, komünizm kelimesini okul kitaplarında tanıyan, olgunlaşma dönemini on bir eylül sonrası Amerikan dizilerinde tamamlayan bir gençlik yetişiyor. Ana caddenin son on beş yıldır restore edilmekte olan eski yapıları – yani kimi zaman umut verecek kadar kesintisizce uzanan öykü anlatıcıları- dertli, bir parça da kırgın bugünün Berlinlisine. İngiliz Lancesterlarının bombalarıyla yok olan eski komşuları arada bir hatırlarına gelmese, ‘yeninin gölgesinde tamamen yok olup gideceğiz’ fikrine kapılacak hepsi. Uzaklardan, bir müttefik bombasının yaraladığı boynunu uzatan Kaiser Wilhelm Kilisesi şehrin değişen ve dönüşen gücüne kafa tutuyor bir parça; dudaklarını bir an göğe değdiriyor; diğerlerine cesaret veriyor. Schiller’in dizelerine atıfta bulunuyor ve bağırıyor “Kucaklaşın, siz milyonlar! Bu öpücük tüm dünya için...” diye. Daha ileriye- mesela Spree Nehri’nin karşı kıyısına- yürümek ve eskinin ruhunu kovalamak istiyor insan. Metroyu kullanmaya gerek yok; kuzeye doğru birkaç durak kat ettikten sonra Riverside Oteli civarından demiryolu köprüsüne doğru kıvrılmak ılık bir günde yalnızca yarım saat sürüyor. Çok değil, yüz metre sonra, bir başka zaman tutkunu dost beliriveriyor. Berliner Ensemble, kocamışlığının ağırlığıyla, ayakta kalmışlığının delikanlıca sevinciyle kendine yakışır bir karşılama tertipliyor. O da eski dostlarını anıyor hep ve geçmiş yüzyıl hikâyelerini ısıtıyor içinde. İngiliz bombalarıyla değil ama; sürgün ve zorluklarla geçen ömrünün yüküyle ezilen Brecht’in doğum ve ölüm evidir bu bina. Kulak kabartıp, Cesaret Ana’nın duygu dolu sesini, ‘savaş orospusu’ Yvette’nin türkülerini, köpek satıcısı Şvayk’ın Hitler’le tarihi karşılaşmasının ayrıntılarını dinlemek; puro içen adamla olan randevunuzda sağlam bir gestus edinmek lazım gelir içeri girmeden önce. Anlatıcı içeride bekliyordur sizi mutlaka-ki onu, on beşinci sıradaki herhangi bir koltukta, yuvarlak gözlük camlarını parlatırken bulmak kuvvetle muhtemeldir. Duvarların, oturma sıralarının, ışık düzeneklerinin, tarihi Theater am Schiffbauerdam binasının ve de tüm şehrin dilidir o Berlinli. Hiç susmamış ve ölmemiş olan…
*** “...bazıları müttefik uçaklarını başlarının üstünde gördüklerinde gözyaşlarına boğuluyorlardı; halbuki daha birkaç sene öncesine kadar o uçaklar ‘çıplak terör’dü onlar için.” –Collier’den
Richard Collier’in Gökyüzünde Uzanan Köprü isimli kitabında 1948-49 yıllarında yaşanan ünlü Berlin Ablukası anlatılır ve müttefik uçaklarının Batı Berlin’e günde yüzlerce parti ihtiyaç maddesi, erzak aktardığı ‘Berlin Airlift’ dönemi olayları işlenir. Savaş sırasında Berlin halkının yok edilmesi için cephane taşıyan C-47’ler, abluka zamanında hayat dağıtırlar şehre. Soğuk Savaş kelimesinin anlam kazandığı zamanlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder